15 Eylül 2010 Çarşamba

NEDEN Şİİ OLAMADIM!.....? 9

EHLİBEYT AŞIĞI OLMALARINA RAĞMEN EHLİBEYTE İFTİRA EDENLERE İNANDILAR. YANLIŞ AKİDE GELİŞTİRDİLER. BU AKİYEDE UYGUN TARİH KURGULADILAR.

Başlangıçta şia nın hakiki anlamda ehlibeyt aşığı olduğunu unutmamak lazım. İnsanlar onları seviyordu. Bu çok güzel bir olgu. Onu Allah için seviyorlar.  Bunun adıda Ehlibeyt sevgisidir.  Pekiyi Allah resulünün hayatı boyunca kâfirlerden çektiği sıkıntı ve acıların derecesi Hz Hüseyin’in çektiği acılardan kalır bir yönü varmıydı? Tam yirmi üç yıl boyunca bunlara katlandı. Dişi kırılmadı mı, aç mı kalmadı mı, zehirlenmedi mi, yaralanmadı mı, kendi toprağından kovulmadı mı?  Acaba! Hz peygamberin Allah için sevilecek hiçbir yanı yok mu? Buna hemen itiraz edilecek elbetde var denecek. Ona da tamam. Onunla birlikte bu acıya katlananları saymayalım. Yoksa hemen ortalık yine bulanır.  Tamam da, Kuran ın birinci muhatabı, Allahın en seckin kulu,  o çok sevilen ehlibeytin babası bu yüce insanı anmak adına ne yapılıyor? Madem vurmak kırmak dövünmek imamlara olan sevginin simgesidir. Allah resulüne olan sevgi simgesinin bu cenahdaki göstergesi ne?  Burada denilecek ki Hz Peygambere onca zulmü yapan putperestti. Onlardan beklenen bir şeydi. İyi de  şii inancına göre; İmameti gaspedenler olarak bilinen zatların  putpereslerden  zaten hiçbir fark yok. O halde şii inancında peygamberin yeri ne? Burada bu inanç için bir çıkış kapısı göremiyorum ve soruyorum sizin gözünüzde peygamber sadece imamları tayin için gelen bir postacımıydı? 

Sahabenin hemen hemen tamamı küfürde görülürken, günah ve haksızlık yapan herkesmi kafir görülüyor? Yoksa bu görüş sadece o dönemin zulum yapanlarına mı?... Bunun ayırımını nasıl yapılıyor?... 

Günümüz şii mollalarından olup halkdan toplanan zekâtları cebine indirenler, halkdan toplanan beşte bir vergi ile Karunlar gibi yaşayan, binlerce insanın hakkını gaspedenlerin geçmişdeki zalimlerden ne farkı var? Bunlar sadece günahkâr mı? Yokta taklidi imamlarda helal ve haramı belirlemekte yetkise mi var!? Yani her türlü naneyi yiyen taklidi bir imam çıksa da; benim yaptıklarım size öyle görülüyor bunun görünmeyen yönleri var yani takiyye yapıyorum dese! Bunu kim sorgulayabilir? Bir imamın ictihadını hangi imam bozabilir? Bu hayat tarzının Kuranda müminlere dost doğru olun sözünün neresinde kalıyor? Bütün bu sorular, cetrefil ilişkiler, neden görülmez neden sorgulanmazlar ki?.!.. Bir şeye körü köürne bağlı olmadan her şeyin bütün boyutlarını düşünmek gerekmez mi ? İslam, aklını kullanmayanlarla neyi muhatap ediyor? Bunlar hakiki anlamda akledilmesi gereken hususlar değil mi? Ama gerçek öyle değil ki…

Masum bir ehli beyt sevgisini, mazlumiyeti, haksızlığa başkaldırıyı şiacılar öylesine işlemişler ki, ulaşabildikleri toplumlara bu onurlu duruş kullanarak uydurdukları inançlar etrafında kenetlemenin yol ve yöntemini bulmuşlardır. En takdir edilecekleri yönleri budur denilebilirdi. Ancak, bu sevgi onlarda ifrat derecesine cıkmış islam dışı bir bidat haline dönüşmüştür. Zaten onlar şii ideolojisini ehlibeyt sevgisi ve hz Hüseyin in şahadetini kullanarak nesilden nesile taşımışlardır. Yoksa burada inanç adına taşıyacak herhangi bir şey bulmak mümkün değildir. Her hakikatin yozlaştırıldığını amacından saptırıldığını gibi bununda mecrasından cıkartıldığı apaçık ortadadır.

Eğer bu sevgiyi tabulaştırmamış olsa, bu kadar taasup olmasa, akıl bir kenara itilmesi, hisler mantığın ve aklın önüne geçirilmese, beyinler birilerine kiraya verilmese, toplum adını birileri düşünüp inanç mühendisilği yapmasa, Hz Kuran ve konuşan Kuran Hz Peygamberin hayat tarzı sözleri devrede olsa ortada hiçbir sapkınlık olmazdı. Şiilik de ta günlerde iflas etmezmiydi?......

 

15- ŞİACILARIN İNANS ESASLARI

Siilerin dokuzuncu imamları Muhammed b. Ali b. Musa, kendisine Sia’nın İhtilafı hakkında bir soru sorulduğunda su cevabı vermiştir: “İmamlar, İstediklerini helal, istemediklerini haram kılan kimselerdir”.     Bu ifadeyi acaba bu imam gercekten demiş midir? Yoksa oluşturulan inanca taban olması için uydurulan bir sözmüdür?!......                                                                                                

Konuyla alakalı bütün yazılı kaynaklar göz önüne alındığında; Şiilerin inanc dayanakları isnadi kesilmiş tarihi olaylardan meydana geldiğini görmek mümkündür. İslamı algılamada yeterince sorun yaşayan İran ve horasan da imamiye meshebini destekleyip tamamen bugünkü hale dönüşmesini sağlayan kişi  648-726 yılları arasında yaşayan İbnül Mutahhar namında ki  bir râfizîdir. İmamiyye mezhebi ve kurucularına davet edici nitelikte kaleme aldığı kitabı İbnül Mutahhar Hasan b. Yusuf. b. Ali b. El - Mutahhar el-Hillî'dir. (597-672) yıllarında yaşamış En-Nusayr et-Tasi'nin talebeliğini yapmıştır. Hocası bunun Sahabe, Tabiîn ve onlara tâbi olanlara karşı kalbini kinle doldurması sağlamıştır.  Bu yüzden Asr-ı saadet dönemi ve o dönemdeki yüce zâtlardan sudur eden ve tarihin müşahede etmediği bütün iyiliklerine düşmanca baktığını eserlerinden görebilirsiniz. Eserdeki delilleri nakli ve aklidir.

İbnul Mutahhar Cengiz Han'ın torunlarından Hudâbende isminde bir sultana takdim etmişti..

(“Huda”, farsçada Allah, “Bende”; Kul anlamındadır. Hudâbende; Allah'ın kulu manasına gelir. Hudâbende İlhanlıların sekizinci, Cengiz hanın altıncı torunlarındandır. Asıl ismi Olcaytu'dur. Olcaytu (680-716) Ergu'nun (-, 690), O da Abğa (-, 681) nın, O da Hulagu'nun (-, 663), O da Toli'nin (-, 628), O da saffâh olan Cengiz Han'ın (549-624) oğludur. Cengiz'in bir başka lâkabı da İlhan'dır. Devletlerine de İlhanlılar deniliyor. Hudâbendenin babası Ergun putperest idi. Ergun Horasan'da amcası sultan Tokodar'a isyan ederek siyasi maslahatı İslama girmekte bulmuş ve ismini Ahmed Tokodar olarak değiştirmiştir. Hudâbendenin babası Ergun daha sonra tekrar Tokodar'a hücum ederek altıyüzseksen üçte öldürmüş ve memleketini istila etmiştir. Ergun babası olan Abğanın veziri Şemseddin el-Muhammediy'ye iftira ederek babasını zehirlemiş iddiasıyla öldürmüştür. Onunla beraber dört oğlunu da öldüren Ergun, daha sonra şehevî arzularının peşine düşerek idarî mekanizmayı doktoru ve yahudi asıllı olan Sa'd ed-Devle'ye bırakmıştır. Yahudi tabip idareyi kötüye kullanıp, fesad çıkarmaya başlayınca, devlet adamları ve memurlar ona karşı ayaklanarak onu öldürmüşlerdir. Daha sonra Ergun kahrından öldü. (690).

Ergun'un Olcaytu (Hudâbende) ve Gâzân adında iki oğlu vardı. Her ikisi de siyasi maslahatı, İslama girip idare ettikleri milletlere karşı iyi muamele etmekte buldular. Gâzân Ehl-i Sünnet mezhebini seçti. Kardeşi Hudâbende 703 de idareyi ele geçirince bir gurup şii ona yardımcı oldu. Rivayet edildiğine göre Hudâbende bir gün hanımına kızarak onu üç talakla boşamıştır. Sonra onu tekrar himayesine almak isteyince ehl-i sünnet fakihleri bu durumun mümkün olamıyacağını, ancak bir başka erkeğe nikahlandıktan ve ondan da boşandıktan sonra mümkün olacağını söyleyince, durum kendisine zor geldi. Bunun üzerine yardımcıları olan şiiler, Hille alimlerinden İbnül Mutahhar adındaki zâtı meseleyi çözmek için çağırmasını istediler. İbnul Mutahhar sultanın huzuruna gelince ona: Zevceni âdil iki şahidin huzurunda mı boşadın? diye sorması üzerine Sultan; hayır dedi. İbnül Mutahhar: Zevceni iki âdil şahidin huzurunda boşamadığın için talak vaki olmamıştır. Dilediğin gibi zevcenle muamelede bulunabilirsin; fetvasını verdi.

Hudâbende fetvayı alınca çok sevindi. İbnül Mutahharı özel ve yakın adamlarından yaptı. İbnül Mutahharın bu şeytanî hareketinden dolayı, Hudâbende bütün valilerine emirler göndererek, bundan böyle hutbelerin on iki imam adına okumalarını, isimlerini mescitlerin duvarlarına yazmalarını istedi. İbnül Mutahhar'ın verdiği bu bâtıl fetva ile Hüdâbende'nin devleti şiileşmiş oldu. İşte İran ve Horasan devletinin resmen şiileştiği ilk merhale budur. Bu hadisenin 707 de olduğu rivayet edilmektedir.

Bu tarihten üçyüz sene sonra İran'ı ikinci defa uçuruma götüren hâdise, Safavî devletini kurup ilk şîîler'in “Aşırı” diye bilinen şii akidelerini yaymak olmuştur. Halbuki, daha önce ilk şiilerin rivayetlerini aşırı kabul ederek onları inkar ediyorlardı. Safavî devleti istikrar bulunca bütün şiiler aşırı ve bozuk inançlara kaydılar. Öyle ki, şiilerin bile daha önce aşırı diye nitelendirdikleri görüş ve akideler mezheplerinin zarurî inançlarından oldu. İkinci âlimleri olan El-Mekâni (1290-1351) “Tenkihul Mekal” adlı eserinin bir çok yerinde bunu itiraf etmiştir. Mezkûr kitap, şîîlerin cerh ve tâdil de en büyük kitapları sayılır.)

Şiacıların geçmiş ve bugünkü ana kaynaklarına baktığınız zaman islam inancına muhalefet eden konu başlıklarını yazmak bile yüzlerce sahifeyi gerektirecek boyuttadır. Bunların tamamını inceleyen ve bu konulara cevap veren kitaplar mevcuttur. Bu formatda bunların bütününe değil bazı ana konulara yer vermenin yeterli olacağını düşünmekteyim. Buradaki amaç Şiacılarla güreş tutmak değil, bazı ehlisünnet kardeşlerimizin bilmeden incelemeden Şiacıların tuzağına düşmelerine engel olmaya çalışmak. Yoksa Şiileri Sünnileştirmek değil. Hem bu o kadar da kolay değil. Şia inancının özü bütün diğer inanclara zaten kapalıdır. Şia karşıtı inancların haklılığı ve söylemlerinin doğru olabileceği düşüncesi  bile, insanı imansızlaştıracağı yine şia inancının temel ilkesidir. Bu perspektifi unutmamak lazım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

HANGİ DİNE İNANIYORUZ? SÜNNİ YADA ŞİA GELENEĞİNİN DİNİNE Mİ, YOKSA ALLAH IN DİNİDE Mİ?

ÇOK DEĞERLİ DOSTLAR; Blokta yer alan konu başlıkları arşiv adı altında görünmektedir. Blogun içeriğinde İslamın başlangıcından sonra ge...