7 Eylül 2010 Salı

NEDEN Şİİ OLAMADIM!.....................? 2

                ÇÜNKÜ HAKİKİ TARİH YOK SAYILMIŞ YENİDEN KURGULANMIŞTI.

                                              HAKİKATİ NASILDI?
   


      

Hz. Ali üzerine oturtulan bazı tartışmalı konular ve hakikatler.
Şia mimarları koydukları düzeni korumak ve devamını sağlamak için tüm ihtimalleri hesap etmişler, tarihi konuları saptırmış, ayetleri yanlış yorumlamış, ayetlerin geliş ve nüzul sebeplerini gündeme getirmeden, ya da saptırarak bu alanda istediği gibi oynamış, mezhebi kurtarma adına önlerine çıkan hakikatleri görmezden gelmişler yada değiştirmişlerdir. Onlar için tek kutsal kendi mezhepleri kendi kutsal değerleri olmuştur. Bu uğurda kendi kaynaklarında ki onlarca gerçeği zaman zaman yok saymış başka yalanlarla onu karanlığa itmişlerdir.  Mesela şia alimlerinden Abdulrezzak;
“Eğer Hz Ali , Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’i üstün tutmasaydı bende tutmazdım, Hz Osman’ı sevmeseydi bende sevmezdim.” Demesine rağmen metnin bütününde de göreceğiniz gibi bugün ki şia değil bu zatları sevmek onları Müslüman bile saymamaktadırlar.
Özellikle Şah İsmail'e kadar daha masumane ve de arifane bir veçheye sahip olan Şia, ondan sonra daha çok reaksiyoner bir karakter kazanmış ve siyasi bir ideolojiye dönüşmüştür. Ali Şeriati'nin kasdettiği tam da budur. Ali Şeriati, “Safevi Şiası, Ali Şiası” kitabında, Sasani medeniyetinin kendisini bir şekilde İslam içerisinde de devam ettirebilmek için Şiiliği (Safevi Şiiliği) millileştirdiğini iddia eder. Bugün İran'ın Şiilikle birlikte anılmasının arkasında gerçekten de bu Safevi gururu ve onun İran'a özgü Müslümanlık anlayışı olabilir mi? Önceleri mazlumların, fakr ehlinin, kalender meşreblerin dini zevki iken sonraları zulmeden, saray ehlinin ve “ahund” adı altındaki bazı softaların meşrebi olmuştur. Sasanilerden bu yana gelmekte olan güçlü Farslık bilinci ki oluşumunu anti-Arap ideolojiyle şekillendirmeye borçludur kendisini Arap'tan ayırt etmek için bu düşünceyi bir farklılaştırma aracı olarak kullanmaya başlamıştır. Bu yüzden, Şiizm zaman zaman İran milliyetçiliğini beslemiştir. Günümüzdeki İran milliyetçiliği, bunu daha da aşmış ve bırakınız Şiiliği, İslam'ı bile reddeder hale gelmiştir. Daha çok Zerdüşt-Mazdek ekseninde ulusal bilinç oluşturmaya çalışıyor bu guruplar.

      Bütün bu karmaşık yapıdan olaşan bugünkü  bir kısım mezhep taassubcusu, Hz Osman ile evlenen peygamberimizin kızlarını dahi inkar etmekten, Hz Ömer ile evlenen Hz Ali nin kızını yok saymaktan geri durmamaktadırlar. Hakikati çürütmek için ortaya konan bütün tarihi ve dini vesikalardaki delilleri karartmak için anında din adına üretmelere devam etmekteler, asla hiçbir yalan ve yanlışından vazgeçmemektedirler. Çünkü onların inançları mezhep taassubu üzerine kurulmuştur. Humeyni anayasasına İran ın resmi mezhebi Şiiliktir. Kıyamete kadar bu böyle devam edecektir akidesini anayasanın değişmez kuralı olarak koymuştur. Oysa mezhep dinin bir yorumudur. Dinin kendisi değildir. Yorumlar asla dinin önüne geçemez. Bu inançta taassup, ifrat ve tefrit dinin değişmez kuralı en geçer akçesidir. Birinci halifelik hakkı Hz. Ali nin idiyse neden hakkını aramadı?. Gibi basit bir soruya, Hz Ebu Bekir’e biat için Hz. Ali’yi Kılıç Zoruyla Camiye Götürdüklerine Dair onlarca delil ortaya koymaya kalkarlar bu delil dedikleri şeyde yine tarihi bir olayın amacını ortaya koymadan bir metinden cımbızla çekilen bir cümlenin yalan, iftira ve provoke karışımı bir düzenin ajite edilip destanlaştırılmasından ibaret. O günkü ortamı ve şartlarda Hz peygamberimizin vefatı arifesindeki İslam devletinin durumuna bir bakarsak, Kabilecilik anlayışının hala toplum üzerinde büyük bir etkisinin olduğu yönetim anlayışının da yeterince gelişmediği yeni bir devlet görülmektedir. Bu devleti Hz peygamberden sonra devleti kimin yöneteceğinin daha önce hiç konuşulmamıştır. Bu devlet en küçük bir sarsıntıda büyük hadiselere gebe bir toplumu barındırmaktadır. İç düşmanları pusuda  olumsuz bir ortam beklerken Hz Peygamberimiz ağır hastadır. Aynı zamanda da dışarı bir sefer söz konusudur.  Toplumun içinde bulunduğu sorunlar bu kadarla sınırlı değildir. Bu şartlarda ani bir vefat olayının insanlar üzerindeki infial etkisi, yönetim sorununun baş göstermesi, bu şartlarda her hangi bir ortamda bir kabilenin toplanarak yönetimde ehil olmayan birini lider seçmesi an meselesidir. Bu şartları gören olaya anında müdahale eden Hz. Peygamberimizin en yakın arkadaşları, Peygamberimizin zaman zaman vakit namazlarını kıldırmasını istediği ve kayınpederi olan Hz Ebu Bekir halife seçtiler. İslam Tarihine bakıldığında görüleceği gibi buna rağmen şartlar hemen düzelmemiş değildir. Belli yörelerde yalancı peygamberler türemiş her birisi yeni bir din ortaya koymuş yeterli bilgisi olmayan insanları yanlış yönlendirmeye başlamışlardır.

 Bütün hissiyatı bir tarafa bırakarak Allah için düşünüldüğünde yönetimi zaafa düşürecek herhangi bir olayın hoş görülmesi mümkün müdür? Bu kadar fitne ayakta iken Hz Peygamberin sağlığında hatta en güçlü olduğu dönmelerde her türlü fitneyi yapan iç düşmanlar biz fitne üretmek için cenazenin kaldırılmasını bekleyelim mi diyecektir? Elbette demeyecektir.

Buna rağmen İslam camiasında çok büyük bir yeri olan Hz. Ali nin halifeye biatinin gecikmesi İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sürdü. Dedikodular aldı yürüdü. Bir iç huzursuzluk baş gösterdi. Bu huzursuzluğun büyümesinden endişelenen ve belli süre beklemede kalan yönetim önderleri, bu dedikodulardan ve huzursuzluklara sebep olacak biatin gecikmesinin olumsuzluğunu yüksek sesle dile getirir oldular. Bu dillendirmede haddini aşan cümleler konuşulmuş olabilir. Çeşitli tarih kitaplarına bakıldığında bu tür konuşmaların var olduğu da, akside yazılı, ancak şia nın iddialarını doğrular türde bir konuşma yoktur. Şia kitaplarında bu konularda o kadar bilgi kirliliği var ki; çoğu birbiriyle tezat. Sonuç olarak neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bugünden anlamak mümkün değil ancak hakkında konuşulan insanın kendi ifadesi bizce en doğru ifadedir. Mesele daha net bir halde ortaya konulursa; şianın bu konudaki iddiası;

Halifeye biat etmeyen Hz Ali’nin kapısına gelen Hz Ömer, yine ashaptan biat etmediğini bilinen bir grubunda Ali’nin (ra) evinde toplandıklarını öğrenince, onların biat etmeleri için dışarı çıkarılmasını istedi. Ama onlar dışarı çıkmaktan çekindiler. Ömer onların bu hareketini görünce odun toplattırıp şöyle dedi: “Ömer’in canı elinde olan Allah’a and olsun ki, ya dışarı çıkacaksınız veya evi içindekilerle birlikte yakacağım.”
Dediği ifade edilir. Birkaç kez tekrarlanan bu eylem sonunda zorla hz Ali nin biat ettirildiği, Hz Ömer’in bu tür girişimlerin bir seferinde içeriye girmeye zorladığında kapının arkasında kalan Hz Fatımanın sıkıştırıldığını, kaburga kemiğinin kırıldığını, ölümü nünde bundan olduğunu, hatta bazı şia kitaplarında Hz fatımanın hamile olduğu ve çocuğunun bu darptan düşürdüğü sonunda fazla yaşamadan bu olayın onun ölümüne sebep olduğu anlatılır. Hem ne anlatma olayın içine o kadar hissiyat ve istismar katılmış ki bu olay gerçek ten yaşanmış olsa, bilinçsizce okunmuş olsa, bu hissiyatla buna inanmamak, Hz Ömer’e düşman olmamak mümkün değil. Bu yazılımdan şunu anlıyoruz ki şia mimarları islama hizmeti olmuş lider vasıflı sahabeyi birinci düşman ilan edip yok etmek için en ufak boşluğu en inanılmaz bir abartı ve yalanla doldurmuş ve amacına bu şekilde ulaşmıştır ki, sonuçta bunu görüyoruz şiacıların Kuran ve Sahih hadislerde kendi doğrularını ispatlayacak en ufak bir delil bulamayınca, uydurdukları ve asıl mecrasından uzaklaştırdıkları tarihi olayları ajite ederek bunun üstesinden gelmeyi amaçlamışlardır. Dikkat edilirse bütün yaklaşımları sempati kazanmaları taraftar bulmaya çalışmaları, hissiyatı istismardır. Neredeyse tamamı yalanla dolu şia Tarih kitapları bunun örnekleri ile doludur. Daha sonraki süreçte de Kuranı tevil etmiş, İnançlarına delil bulamadıkları hadisleri yok sayarak yerine kendileri uydurmuşlardır.
Konuyu fazla dağıtmadan bu konuda bütün şia aynı mı? düşünüyor sorusuna gelirsek;
Şia dünyasının önde gelen alimlerinden Allame Muhammed Hüseyin Fadlullah,ın Şii-Sünni ihtilaflarını konusunda Suudi Arabistan'ın Ukaz gazetesine 19.10.2008 tarihinde verdiği röportajda bu konu ile ilgili görüşü “

Sayın Fadlullah sizin Şia Mezhebi’nin direklerinin bile muhalefet ettiği görüşleriniz var. Mesela Kaburga kemiğinin kırılması meselesinde belki Şia tarihinde söylenmemiş bir şey söylediniz. Şia tarihinde Emir el Müminin Ömer bin Hattab’ın Hz. Ali’nin evine zorla girerken Hz. Fatıma’nın kaburga kemiğini kapı ve duvar arasında bırakarak kırdığını idea eden rivayet kabul ediyor. Fakat siz bu rivayeti reddediyorsunuz. Bu konuyu nasıl delillendiriyorsunuz.
Ben bu olayı tarih okumalarım ve tahlillerim sırasında irdeledim. Ve gördüğüm kadarıyla bu konuda aktarılan rivayetlerin çoğu zayıf olmakla birlikte güvenilir değiller. Herhangi bir tarihi olayı ele alırken onu meydana getiren arka planı iyi araştırmamız gerekiyor ki olayın doğruluğu ya da yanlışlığı konusunda yargıda bulunabilelim.
Hz. Zehra’ya vurmak ya da şiddet uyguluma meselesi ise o dönemde pek tutarlı değil. Çünkü Hz. Zehra pek öyle kendisi üzerinden muhalefete baskı yapılabilecek bir konumda değil. Aksine o Hz. Peygamber’in kızı olması hasebiyle dönemde bütün Müslümanların saygı duyduğu birisi
İkinci olarak. Bu olayın olduğu sırada Hz. Ali de evde. İslam kahramanı Hz. Ali’nin karısını ve aynı zamanda bu kişi Hz. Peygamber(a.s)’nin kızı, öldürmeye çalışmalarına sessiz kalması pek doğal olmaz.
Üçüncü olarak Hz. Ali evde yalnız değil. Yanında Beni Haşim’den birçok kişide vardı. Bazı rivayetlerde Zübeyir’in de evde olduğu kılıcı ile dışarıda olduğu dışarıda kılıcını kırdıkları aktarılmakta.
Başka bir noktada Mecmaül Beyan yazarı Tabersi’nin El İhticac isimli eserinde bir rivayet var. Bu rivayette Ömer’e soruyorlar neden Ali’nin evini yakmakla tehdit ettin. Ömer bunun üzerine yaptığımı gördünüz mü diyor. Yani bu konuyu iyi bir şekilde tahlil ettiğimiz de pek de tutarlı olmadığını görüyoruz.
Ayrıca biz Hz. Zehra’nın bu konuda pek konuşmadığını görüyoruz. Bazı rivayetlerde Hz. Zehra’nın hilafetin Ali’nin hakkı olduğunu anlatmak için Muhacir ve Ensar’ı gezdiğini okumaktayız. Fakat hem bu sırada hem de mescitteki hutbesi sırasında bu konudan bahsetmediğini görüyoruz. Ama bu konudan bahsetse idi daha duygusal bir hava oluşturabilirdi. Aynı şekilde Ali’nin de bu konudan bahsetmediğini görüyoruz. Bu mesele sadece Ali’nin değil sahabenin de bir yönden meselesi idi.
Ve dillendirilmesi halinde büyük bir infiale neden olabilirdi. Fakat bu mesele dillendirilmedi. Bu mesel hem rivayetler acısından incelendiğinde hem de tarih usulü açısından incelendiğinde pek kabul edilebilir görünmüyor. Ben bu meselenin doğru olduğunu kabul eden birçok kişiye sordum. Herhangi biri eşini öldürmek amacıyla ona saldırsa ne yapardın? Onu Korur muydun, korumaz mıydın? Elbette eşini korur. Şimdi nasıl oluyor da İslam’ın Aslanı Ali eşini korumak için harekete geçmiyor. Bu nedenle bu mesel bana göre kabul görecek bir mesele değildir.
Sayın Fadlullah sizi izleyen Sünni ve araştırmacı ve âlimler sizin bu tarafsız tutumunuz nedeniyle sizi çok takdir etmekten kendilerini alıkoyamamışlardır. Fakat siz olaya tam bir açıklık getirmediniz. Sizce bu olay uydurmamıdır yoksa bu konuda bazı şüpheleriniz var mı?
İbni Kuteybe’nin aktardığı üzere Ömer’in Ali’nin evini yakma tehdidinde bulunduğu yönünde sözler var. Bu aktarıda, Ali evinin önünde toplanan ve kendisine biat etmesi için yapılan baskıya karşı evinden çıkmadı. Fakat daha sonra dumanlar evinin etrafını sardıkça evden çıktı. Hafız İbrahim Umriye kasidesinde bakın ne diyor;
Ve Ömer Ali’ye şöyle diyordu,
Bilinenden daha Ekrem, duyulandan daha büyük olan,
Bak yakıyorum evini ve kalmayacağım bununla,
Sen ve Mustafa’nın kızı biat etmezse…
Bu konuda bu ve buna benzer abartmalar var. Fakat bu konu benim için ortalamanın
üzerinde bir araştırma yapmaya değecek bir konu değil. Ben bu söylediklerimi bir fikir olarak ortaya attım.”…
Fadlullah ın farklı konulardaki görüşlerine yeri geldikçe yer vereceğim. Kendilerinin de ifade ettikleri gibi Şiacıların abartı en büyük sanatları.
Hz. Ali’nin, Hz. Fatıma’dan olan kızı Ummu Gülsüm’ü Resulullah’ın halifesi Müminlerin emiri Ömer el-Faruk ile evlendirmesi, onun Hz Ali ile Hz fatıma ile bir sorununun olmadığını gösterir. Yine Hz Ali nin diğer halifeler ile arasında sağlam ve köklü bağlara delildir. Şia tarihcileri belki bunu da değiştirmeyi zamanında düşünemediğinden şii muhaddisler, müfessirler ve “masum” imamlar da bunu itiraf etmişlerdir. Mesela Kuleyni, Mueaviye b. Ammar’dan, Ebu Abdillah’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Ebu Abdillah'a kocası ölen kadının iddet müddetini evindemi, yoksa istediği yerdemi geçirmesi gerekir? Diye sordum. İstediği yerde geçirebilir; zira Ali Ömer vefat edince ummü Gülsüm'ü alıp kendi evine götürdü, dedi.” Kuleyni, el Kâfi c.2 s.311
Kitabında “Ummu Kulsum’un Evliliği” diye bir bölüm ayıran Kuleyni, bu bölümde, Zurare’den şu haberi rivayet eder: “ Ebu Abdillah Ummu Gülsüm'ün evliliği hakkında, bu bizi kızdıran bir evlilik demiştir.”
Muhammed b. Ali b. Şehr Aşun el-Mazendarani eserinde şöyle der: “ Fatıma'dan Hasan, Hüseyin, Muhsin Zeyneb el-Kübra ve Ümmü Gülsüm el-Kübra dünyaya geldi. Ömer Ümmü Gülsümle evlendi.” el-Mazenderani, Menakıbu Ali b. Ebi Talib, c.3 s. 162[Linki Görebilmeniz İçin Üye Olmanız Gerekmektedir.Üye Olmak İçin Tıklayın]... .
Şiilerce eş-Şehid diye bilinen ikinci kimseleri olan Zeynud Din el.Amili de şunları söyler: “Hz. Peygamber bir kızını Osman ile, diğer kızı Zeynep’i de Ebul As ie evlendirdi; bunların ikisi de Haşim Oğullarından değildir. Aynı şekilde Ali de Ümmü Gülsüm’ü Ömer ile evlendirdi. Abdullah b. Amr b. Osman Hüseyin’in kızı Fatıma ile, Musab b. ez-Zübeyr de onun kardeşi Seine ile evlendi. Bunların hiçbirisi Haşim Oğullarından değildir” el-Amili, Mesalikul Efkam c.1

Bu hakikatlere rağmen yani   kendi kaynaklarında yer alan Hz Ömer’in Hz Ali nin kızı ile evlenmesini, Hz Osman ın Hz peygamberimizin iki defa damadı olmasını kolay  izah edemediklerinden. işlerine geldiği gibi reddetme yoluna gitmektedirler. Onlar için hakikat önemli değil. Onların kabullenmesi yada reddetmesi önemlidir

Gaybın yalnız Allah bilgisinde olduğundan bir şeyi önceden tamı tamına doğru olarak öngörmek insan için pek geçerli bir şey değildir. Geçmişle ilgili olarak tarihin bize fısıldadığı yüzlerce görüşten neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirli bir kaynağa, ya da bir görüş çerçevesinde ayırt etmekte bir o kadar zor. Ancak, bunun bir avantajı var söylem sahiplerinin ne kadar dürüst ne kadar yalancı ne kadar hilebaz olduğunu da tarih bize söylemektedir. Yani geçmiş ile ilgili daha doğruya yakalamak geleceği öngörmekten daha kolay ve daha gerçekçidir. Her hangi bir hususu tahlil edenlerin o olayın kahramanlarının her birinin bulunduğu yerden tahlil edilen olayın bir görüntüsünün var olduğu herkesçe bilinir. Dolayısıyla bir konuda bakış ortaya koyarken de taraf olmadan objektif bir anlayışın sergilenmesi gerekmektedir. Fitne tohumlarının Hz. Ali’ döneminde yeşermeye başlaması bir plan dahilinde mi?. Ya da bu süreçte Allah ın iradesi ashabı kiramca gerçekten yok mu sayıldı? Veya nicelik olarak islamdaki gelişmede nitelik olarak aynı paralelliğin sağlanamamış olması mı bu olayları tetikledi?. Bunların bir kısmıyla birlikte başka gelişmelerin etkisiyle mi? Düşüncesinin cevabı Hz Ali nin şahsiyetinde saklıdır. Çünkü o dosdoğru bir insandır. Kaldı ki Hazreti Ali hayatı boyunca makam mevki saltanat peşinde olmamıştır. Onun derdi haksızlığa zulme karşı olmaktır. Onun siyaseti de buydu. Hazreti Ebu Bekir i alt etmek hazreti Ömer’e pusu kurmak, bacanağı hazreti Osman’a ihanet etmek gibi bir davranışı asla olmamıştır. Onun derdi yalnız gerçekleri söylemekti. Bunu da her zaman dile getirmiş bununla ilgili ne yapılması gerekirse onu da hiç çekinmeden takiyye yapmadan yapmıştır. Çevresindekiler de onun bu konudaki isabetli görüşlerine her zaman şahit olmuşlar ve de faydalanmışlardır. Onların dostluklarını, akrabalıklarını, komşuluklarını, ensar ve muhacirlerin birbirine yardımlarını, tüm güzellikleriyle tarih kitapları anlata anlata bitirememektedir. Onlar insani davranışların çok ötesinde bir hayat yaşamışlar bunların karşısında insanın duygu yükünden kendisini tutması mümkün olamamaktadır. Hazreti Ali ile diğer sahabeleri dinsel anlamda karşı karşıya getirmek kadar yanlış bir davranış olamaz. Bu mübarek insanlar hayatları boyunca birbirlerine iltifat etmişler birbirlerini yüceltmişlerdir. Akrabalık bağlarını güçlendirmişler kız alıp vermişlerdir. Çocuklarına birbirlerinin isimlerini vermişler. Birbirlerine canlarını emanet etmişlerdir. Bu süreci beraber geçirmiş binlerce insanın çok kısa bir zaman diliminde değiştiği bazı gerçekleri inkâr ettiğini söyleyenler acaba hiç tarih okumuyorlar mı? Doğru tarihi okusalar görürlerdi herhalde. Afrikanın tamamının, Asya ve Avrupa kıtasının bir kısmında büyük ordularla savaşan İslamlaştıran insanların sayısı savaştıkları orduların sayının çoğu zaman onda biri bile değildi. Fetih ülkelerine çok kısa bir sürede yüzlerce medrese cami-mescit açmışlar Allah yolunda hizmetin ne olduğunu gelecek nesillere göstermişlerdir. Yahudi düşmanı olduğunu söyleyip Yahudi gözüyle olayı tahlil eden kuranı bile sapkınlığında kullanan İslam akidesini bozuk inançlarına heba eden bir düşünceye delil olarak neyi gösterebilirsin ki!?. Yukardan beri bahsettiğimiz bu insanların devlet yönetiminde ve daha birçok konuda her şeyi aynı düşünmek gibi bir mecburiyetleri de yoktur. Eğer öyle olsaydı Allah herkesi bir yaratır herkes de her şeyi bir düşünürdü ki bunun da insani hiçbir değeri olmazdı. Allah Kuran ı keriminde insanlara emrettiği şeylerin hepsini aynı açıklıkta aynı tonda, aynı netlikte söylememiştir. Fulü bıraktığı konularda, insanlar kafa yorsun sapıklık ve sapkınlık göstermeden kendi zamanlarında kendi sorunlarını gidermede farklı düşünebilsinler diye… O nasıl takdir etmişse öyledir. Kaldı ki diğer üç halife Hz Peygamberimizin büyük övgülerine mazhar olmuş islamın gelişmesi ve yayılmasında Hz Ali nin çok ötesinde hizmetleri olmuş imamlar olmasına rağmen çok hassas ve incelik isteyen bazı konularda, Hazreti Ali sayesinde doğrulara daha çabuk ulaştıklarını ikrar etmekte ve onunla aynı dönemde yaşadıkları ile övünmektedirler. Bunu söylemek birilerini göğe çıkarırken diğerlerini zem etmek olmamalıdır. Herkesin, her şeyin hakkını vermek gerekir. Söz konusu halifeler birer insandır. Her zaman ufak tefek hata yapabilirler bunlar peygamber değildir. Allahın veli kullarıdır. Tahlilciler Allah adına ne cennete ne de cehenneme bilet kesici değillerdir.
Kaldı ki meseleye bugünün gerçeği ile değil de o günlerde olayların bağlı olduğu sebep ve sonuç ilişkilerine bakıldığında meselenin çok daha farklı göründüğünü fark etmek mümkündür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

HANGİ DİNE İNANIYORUZ? SÜNNİ YADA ŞİA GELENEĞİNİN DİNİNE Mİ, YOKSA ALLAH IN DİNİDE Mİ?

ÇOK DEĞERLİ DOSTLAR; Blokta yer alan konu başlıkları arşiv adı altında görünmektedir. Blogun içeriğinde İslamın başlangıcından sonra ge...